Giriş
Sezaryen doğum fetüsün abdominal ve uterin insizyonlar yardımı ile doğumu şeklinde tanımlanmakta ve sadece vajinal doğum sırasında anne ve/veya bebek için artan morbidite ve mortalite riskleri oluştuğunda uygulanması önerilmektedir.[1,2] Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 1985’te ideal sezaryen oranını %10–15 şeklinde belirtmiştir, ancak sezaryen buna rağmen dünyada en sık yapılan cerrahi girişimlerden biridir.[3,4] DSÖ verilerine göre Türkiye, dünyada en yüksek sezaryen oranına sahip ülkeler arasında gösterilmiştir ve sezaryen oranlarındaki bu artış eğilimi 1993–2015 yılları arasında %7’den %53’e yükselmiştir.[5,6]
Sezaryen ameliyatları için belirtilen en sık endikasyonlar mükerrer sezaryen, distosi, fetal distres ve anormal fetal prezantasyon şeklinde bildirilmiştir.[7] Bununla birlikte endikasyon ve sezaryen oranı artışına katkı veren diğer nedenler arasında doğum indüksiyonunun artması, elektronik fetal monitör kullanımının yaygınlaşması ve suboptimal değerlendirilmesi, ilk doğumların ileri yaşlara taşınması, preeklamptik gebelerde doğum indüksiyonu uygulamasının azalması, yardımcı üreme teknikleri ve buna bağlı çoğul gebelik oranlarının yükselmesi, tüm makat prezentasyon olgularının sezaryen ile doğurtulması, sezaryen doğum sonrası vajinal doğumun tercih edilmemesi ve takip zorluğu, sosyal endikasyon olarak genç gebelerde normal doğum korkusu, forseps ve vakumun daha az kullanımı ve operatif doğum ile ilişkili ortaya çıkabilecek medikolegal sorunların kadın doğum hekimleri üzerinde oluşturduğu baskılar sıralanabilir.[2,5,7–9]
Türkiye’de Sağlık Bakanlığı önergesi ile Mayıs 2012’den itibaren “Robson On Gruplu Sınıflandırma Sistemi” (ROGSS) kadın doğum kliniklerinde kullanılmaya başlanmıştır.[10] Bu sistemde kadınlar on farklı grupta birbirinden bağımsız 5 temel doğum özelliği temel alınarak sınıflandırır: parite (nullipar, multipar, önceden geçirilmiş sezaryen), doğum eylemi başlangıcı (spontan, indüklenmiş, eylem başlamadan sezaryen), gebelik süresi (preterm, term), fetüs sayısı (tekil, çoğul) ve fetal prezentasyon (baş, makat, transvers). Bu sınıflandırma doğum için başvuran her kadının basit, güvenilir, klinik açıdan anlamlı değerlendirilmesini sağlarken, gruplar içinde ve arasında sezaryen hızlarının karşılaştırmasını sağlar.[11] Bu hali ile ROGSS klinik obstetrik bir değerlendirme olup, gruplar birbirinden bağımsız şekilde değerlendirilmektedir.
Bununla birlikte klinik tecrübeler ve hasta çeşitliliği birlikte değerlendirildiğinde, çeşitli hastaneler ve klinikler arasında farklılıkların görülebileceği gibi, hatta aynı klinikteki farklı bölümler arasında bile yaklaşım farklılıklarından kaynaklanabilecek klinik uygulamaları da görmek mümkündür. İdealize edilen doğum oranlarına rağmen, klinik bünye içinde ayrıca bir perinatoloji kliniğinin bulunması ile birlikte yüksek riskli gebeliklerin hasta kohortunda yer alması, sezaryen oranlarını arttıracağı beklentisini ortaya çıkarmaktadır. Farklı klinik ve hasta grupları ile ilişkili Robson verileri konusunda kısıtlı sayıda literatür bulgusu vardır. Bu çalışmamızın amacı, hastanemizde yoğun hizmet veren kadın doğum eğitim kliniği verileri ile birlikte, gebe/doğum kliniği ve perinatoloji klinikleri arasındaki farklılıkların ROGSS üzerine etkisini değerlendirmek ve bunun doğum sonuçlarına yansımasını görmektir.
Yöntem
Hastanemizde 2012 yılından sonra Sağlık Bakanlığı talimatları doğrultusunda Robson kriterlerinin kaydı tutulmakla birlikte, 2014 yılında ilgili kayıtların dijital sisteme geçişi ve kayıt tutanların tekrar eğitimi sonrası 2015 yılından sonra düzenli veri kaydı sağlanmıştır (Tablo 1). Dijital verilerin temini için hastanenin bilgi işlem sistemindeki gebeler, izlendikleri polikliniklere ve yattıkları servise göre iki grupta sınıflandırılmış (Gebe grubu ve Perinatoloji grubu) ve klinik orijinleri görülmüştür. Bu şekilde de her yıla yönelik (2015–2019) tüm kadın doğum kliniği, Gebe grubu ve Perinatoloji grubu verileri topluca ve ayrı ayrı sağlandı.
Bu çalışma hastane verilerinin retrospektif şekilde değerlendirmesi olup, hastanenin doğumhanesindeki kadın doğum bölümü ve perinatoloji kliniklerine ait doğumların gerçekleştirildiği 01.01.2015 ile 30.06.2019 tarihleri arasındaki kayıtların incelemesi yapılmıştır. Çalışmaya ait protokolün değerlendirilmesi ve onayı, hastanenin lokal etik komitesi tarafından gerçekleştirilmiştir.
DSÖ, 2017 yılında Robson Sınıflaması: Uygulama Kılavuzunu (Robson Classification: Implementation Manual) yayınlamış ve ilgili uygulama konusunda önerilerde bulunmuştur.[12] Sezaryen ve popülasyon verileri konusundaki bu öneriler Robson alt gruplarına uygulanarak Tablo 2’de verilmiştir.
Hastanede sorunsuz gebelerin izlemi gebe poliklinikleri üzerinden sağlanırken, yüksek riskli gebelikler perinatoloji kliniğine bağlı perinatoloji polikliniklerinde ve ihtiyaca göre perinatoloji servisinde gerçekleşmektedir. Ancak tüm bu hastaların doğumları için hastaneye yatırılmaları ve doğumları aynı doğumhane ve ameliyathanelerde gerçekleşmektedir. Buna göre gebelerin kayıt ve yatışı 2 şekilde gerçekleşmiştir:
- Gebe polikliniklerinde izlenen ve aktif travaya girdikten sonra yatırılan veya farklı nedenlerden ötürü acil şartlarda ilk kez hastaneye sevk edilen gebeler; her iki grubun da yatışı acil doğum bölümü üzerinden gerçekleşmektedir.
- Perinatoloji kaydı olan gebeler; bunlar perinatoloji ünitesinde yatarken maternal veya fetal endikasyonlarla doğum kararı alınan veya perinatoloji polikliniklerinde izlemi sürdürülen ve zamanı geldiğinde doğumlarını hastanede gerçekleştiren gebelerdir.
Veriler 2016 yılında DSÖ ve FİGO önerileri doğrultusunda, kendi ağırlıkları ve sezaryen oranları üzerine katkılarını görebilmek için tekrar oranlandırılmıştır.[12,13] Öneriler doğrultusunda 7 ayrı sütunda ROGSS hastalarının grupları, gruptaki sezaryen sayıları, gruptaki toplam doğum yapan kadın sayıları, bu grupların mevcut popülasyona göre grup büyüklükleri, grup içi sezaryen oranları, grubun toplam sezaryen oranına göre gerçek ve relatif katkıları belirlenmiştir. Kadın doğum kliniği total verilerinin elde edilmesinden sonra, yukarıda belirtildiği gibi gebe grubu ve perinatoloji gruplarına ait veriler de ayrıca belirlenmiştir. Bu veriler, Tablo 2’deki öneriler ve yorumlar doğrultusunda tüm kadın doğum hastaları, gebe grubu ve perinatoloji grubu için incelenmiştir.
ROGSS çerçevesinde oluşan tablolardan, Sağlık Bakanlığı’nın istediği verilerden biri olan primer sezaryen oranları ne yazık ki hesaplanamamaktadır. Nullipar ve multipar gebelikler birbirlerinden ayrı gruplar olduğu için, ROGSS sınıflandırmasında her iki grup birlikte değerlendirilmemektedir. Bunlar ayrıca hesaplanıp sonuçları sunulmuştur.
Araştırma öncesi çalışmada hastaların kişisel bilgilerinin gizliliğine önem verilmiştir. Verilerin analizinde nitel değişkenler, sayı ve yüzde ile özetlenmiştir.
Bulgular
Yapılan bilgi işlem sistem taraması sonucunda 01.01.2015 – 30.06.2019 yılları arasında İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesinde toplam 57.402 doğumun gerçekleştiği saptanmıştır. Verilerin kaydı açısından, yıllar bazında 2015 yılında toplam 40, 2016 yılında 4, 2017 yılında 1, 2018 yılında 2 gebenin kaydı için uygun sınıflandırma yapılamamıştır. Bu hastalara ait sınıflandırmalar hesaplarda dikkate alınmamıştır. Buna benzer şekilde bir sınıflandıramama durumunun olabileceği bildirilmiştir.[12]
İlgili dönemde hastanede gerçekleşen toplam 57.402 doğumun 24.240 tanesi (%42.2) sezaryen ile doğurtulmuştur. Tüm kadın doğum kliniğine ait grupların yıllar bazında tüm verileri ve sezaryen oranları Tablo 3’te verilmiştir. Gebe kliniği/polikliniği ve perinatoloji ayırımını sağladıktan sonra, gebe poliklinikleri üzerinden 42.500 hastaya ait doğumun (tüm doğumların %74’ü) 15.025 tanesinin sezaryen ile (%35.4) (ilgili grup oranları ile birlikte Tablo 4), perinatoloji kliniği üzerinden de yatışı gerçekleşen 14.902 gebenin (tüm doğumların %26’sı) 9.215 tanesinin sezaryen ile (%61.8) ile doğurduğu görülmüştür (ilgili grup oranları ile birlikte Tablo 5).
Bu 4.5 yıllık total veriler ayrı ayrı ve topluca değerlendirilerek, kadın doğum kliniğinin total, Gebe grubu ve Perinatoloji grubu verileri ve hesaplanan oranları, DSÖ ROGSS için Tablo 2’de özetlenmiş oran ve veriler ile karşılaştırılmıştır (Tablo 6).
Ne yazık ki ROGSS’ye göre Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın hastanelerden düzenli olarak istediği primer sezaryen oranları (nullipar veya multipar fark etmeksizin gebelere ilk kez sezaryen uygulanması) hesaplanamamaktadır. Hastanenin istatistik biriminden alınan 2015, 2016, 2017, 2018 yılları ve 2019 yılının ilk 6 aylık verilerine göre hastane primer sezaryen oranları sırasıyla %20.1, %19.0, %16.2, %16.7 ve %20.0 olarak bildirilmiştir.
Tablo 6’dan görüldüğü üzere beklenen nullipar/multipar oranlarından farklı olarak, çok daha fazla sayıda multipar gebenin hastaneye başvurduğu saptanmıştır. Nullipar gebelikleri kapsayan Grup 1 ve Grup 2 oranlarının, yıllar bazında da 2:1 oranının oldukça üstünde olduğu, her bir grup için görülmektedir. Grup 1 ve Grup 2’deki sezaryen oranlarının tüm Kadın Doğum gebeleri, Gebe ve Perinatoloji klinikleri için sonuçları sırasıyla %24.0 ve %51.0, %18.7 ve %45.1 ile %45.3 ve %57.7 şeklinde çıkmıştır.
Multigravid gebelikleri kapsayan Grup 3 ve Grup 4 hastalarının beklenenden daha yüksek olduğu Kadın Doğum ve Gebe gruplarında görülmektedir. Buna karşın Perinatoloji grubunda bu iki gruba ait beklenen toplam %30 oranının altında bir başvuru ile %26.4’lik bir oran sağlanmıştır. Sezaryen oranlarının, hedeflenen Grup 3 için %3 ve Grup 4 için %15’in çok üstünde olduğu tüm gruplarda görülmüştür.
Grup 5’i oluşturan ve daha önce sezaryen veya uterin insizyonu olan hasta oranlarının, tüm gruplar için %19–20 civarında olduğu ve neredeyse eski sezaryen başvurusu ile gelen tüm gebelere sezaryen uygulandığı verilerden anlaşılmaktadır.
Buna karşın makat gelişleri oluşturan ve nulliparları içeren Grup 6 ile multiparları içeren Grup 7 başvuru oranlarının, önerilen %3–4 oranının çok altında olduğu ve bu iki grup oranının 2:1’den düşük olduğu saptanmıştır. Sezaryen oranlarının Grup 6 için sırasıyla %96.8, %97.7 ve %95.3 olduğu ve Grup 7 için de %88.6, %87.3 ve %91.8 olduğu da görülmüştür.
Grup 8 çoğul gebelikleri kapsayan grup olup, Gebe grubunda oranların önerilen DSÖ verileri çerçevesinde olduğu, ancak toplam orana Perinatoloji grubundaki %6.1 oran etkisinin yansıdığı ve toplam grup oranının %2.7 olduğu görülmektedir. Yine tüm gruplar için arzulanan %60’lık sezaryen oranının üstünde sezaryen oranları saptanmış olup, Kadın doğum, Gebe ve Perinatoloji grupları için sırası ile %86.6, %81.5 ve %90.1 bulunmuştur.
Transvers gelişlerin değerlendirildiği Grup 9’da değerlendirmenin yapıldığı ilk yıl olan 2015’teki verilerden kaynaklanan orandan ötürü sezaryen oranları her üç grup için %97.8, %97 ve %100 şeklinde çıkmıştır. Sonuçlar 2015 yılındaki bu verinin dışında olması gerektiği gibi, diğer yıllardaki tüm veriler %100 şeklindedir.
Yüksek riskli gebeliklerden kaynaklanan başvuru farklılığına sahip olan ve genel olarak DSÖ’nün önerilerinden sapmalara neden olan preterm gebelerin değerlendirildiği Grup 10’da, hedeflenen grup büyüklüğü <%5 şeklinde olmasına rağmen, Kadın doğum, Gebe ve Perinatoloji grupları için başvuru oranları %13.6, %9.6 ve %25.1 şeklinde çıkmıştır. Yine hedeflenen %30 sezaryen oranının çok üstünde bu üç grup için %55.3, %45.4 ve %66.1 şeklinde veriler elde edilmiştir. Burada hastanenin sadece Perinatoloji kliniği üzerinden preterm doğum yapmak zorunda kalan gebelere hizmet vermediği, farklı nedenlerle erken doğuma alınmak zorunda kalınan pek çok gebenin de doğumhane üzerinden hizmet aldığı verilerde görülmüştür.
Tartışma
ROGSS, doğum için başvuran her kadını bütünüyle kapsayıcı ve aynı anda iki farklı doğru içermeyecek nitelikteki 10 gruptan birine sınıflamayı sağlamaktadır. Bu üniform kodlama sistemi komplikasyonlar için özellikli ve tanısal kriterler oluşturarak katı bir kalite kontrol sistemi oluşturmaktadır.[12] Mevcut çalışma Türkiye’de bir tersiyer merkez ile ilgili ikinci çalışmadır.[14] Bununla birlikte yaptığımız literatür taramasında da dünyada tersiyer merkezlerde ROGSS ile ilgili kısıtlı sayıda veriye ulaştık.[15–22] Bu çalışmaların da sadece 2 tanesinde[15,16] tersiyer merkezler ile ikinci düzey doğum üniteleri arasındaki doğum verilerinin ROGSS açısından değerlendirildiğini gördük.
Çalışma verileri ve buna bağlı sonuçlar, hastaneye başvuran gebe popülasyonu ve klinik çeşitliliğinden fazlası ile etkilenmektedir. Buna bağlı olarak da, gerek fetal gerekse maternal açılardan yüksek riskli gebeliklerin bir perinatoloji veya tersiyer merkez tarafından izlemi sistematiği gelişmiştir. Bu şekilde de gebeliği doğal şekilde vajinal yol üzerinden veya zorunlu nedenlerden ötürü sezaryen ile sonuçlandırma gereksinimi, klinik duruma göre değişkenlik göstermekte ve perinatoloji ünitelerini barındıran tersiyer merkezlerde sezaryen doğumların daha sıkça uygulandığı görülmektedir.[15,16] Hastanemizin perinatoloji bölümü yoğun bir ünite olarak çalışmakta olup tüm olguların yaklaşık dörtte biri (%26’sı) bu ünitede tedavi görerek doğumunu gerçekleşmiştir. Çalışma sonuçlarına da baktığımızda, ROGSS açısından gruplar arasında farklılıklar görülmekle birlikte, hastanemiz perinatoloji ünitesinde genel sezaryen oranı %61.8 şeklinde sonuç verirken, Gebe grubunda genel sezaryen oranı %35.4 ve bu iki grubun ortak sonucu olan total klinik verilerimizin de ortalaması %42.2 şeklinde çıkmıştır.
Yine hastaneye başvuran nullipar ve multipar gebe sayı ve oranlarının DSÖ’nün verdiği değerlerden farklı olduğu görülmüştür. DSÖ’nün örnek ortalama olarak verdiği değerler primigravidler için %35–42 ve multigravidler için %30 şeklinde iken, gerçekleşen hastane ortalamasında bunun tam tersi olduğu görülmüş ve primigravidler için %23.1, multigravidler için de %39.2 oranında başvurular görülmüştür. Alt grup analizinde primi- ve multigravid gebelikler için başvuru ortalamaları da Gebe grubunda sırası ile %24.4 ve %43.6 ile Perinatoloji grubunda da %19.4 ve %26.4 şeklinde gelmiştir. Bu hali ile perinatoloji ünitesine başvuran multigravid hasta oranı kabul edilebilir bir orandadır. Buna rağmen Türkiye’de daha önce ROGSS verilerini değerlendiren iki çalışmada bu oranların DSÖ’nün önerdiği oranlar şeklinde gerçekleştiği görülmüştür.[14,23] Bu açıdan ülkemiz veya daha dar açıdan hastanenin olduğu bölgede, sosyal etmenlerden ötürü pek çok primigravid gebenin doğumlarını özel merkezlerde gerçekleştirmek istediği düşünülebilir.[24,25] Buna rağmen primigravid ve multigravid grupları içeren Grup 1–4 arasında sezaryen oranlarının yüksek olduğu görülmektedir. DSÖ önergeleri primigravidlerde indüksiyon uygulaması yerine sezaryen kararlarının daha kolayca verildiğini ve bu açıdan indüksiyonlara daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğini; multigravidlerde ise sezaryen kararının, ailenin tüp ligasyon istemi nedeni ile daha kolayca verildiğini bildirmektedir.[12] DSÖ, Grup 1, 2 ve 5’in genel sezaryen oranına göreceli katkılarını değerlendirmeyi önermektedir, çünkü bu üç grup genellikle hastanelerdeki sezaryenlerin 2/3’ünden (%66) sorumludur ve hastanelerde genel sezaryen oranını düşürme çabasında ilgi bu üç grup üzerinde olmalıdır. Hatta genel sezaryen oranı ne kadar yüksekse Grup 1’e verilecek dikkat o kadar yüksek olmalıdır.[26]
Eski sezaryenli gebe grubu (Grup 5) bu açıdan sezaryen oranlarını düşürmenin fırsat olduğu bir gruptur. Bu açıdan da DSÖ yaklaşık %15’lik büyüklükteki bir grupta %50–60’lık bir sezaryen oranını öngörmektedir. Ancak sezaryen sonrası vajinal doğum uygulamasında önemli kısıtlayıcı durumlar, önceki sezaryen sayısı, daha önce uygulanan uterin insizyonun tipi, gebelik haftası, çoğul gebelik durumu, maternal obezite gibi birtakım faktörlerdir. Bunların dikkate alınıp, gebeler için uygun şartlarda ve hazırlanmış ortamlarda doğumda eylemin izlenmesi önemli koşullardır.[27] Çalışmamız ile ilgili olarak, kadın doğum ünitesi ve doğumhanede buna yönelik bir çalışmanın olmaması önemli bir eksiklik olarak ifade edilebilir, ancak başvuran hastalarda uygun şartların olması ve gebelerin buna istekli olmaları önemli bir konudur. Bununla birlikte hastaneye başvuran gebelerin büyük bir kısmının iki ve daha fazla sezaryen geçirmiş hastalardan oluşması ve hastanenin plasenta previa ile plasenta perkreta olguları için sevk merkezi olması, Grup 5’teki %19–20 düzeylerinde olan daha yüksek başvuru oranlarının, Gebe grubu için %99 ve Perinatoloji grubu için %100 olan sezaryen oranlarının nedeni olarak açıklanabilir.
İlginç olarak bizim verilerimiz ile birlikte Türkiye kaynaklı diğer iki çalışmada da[14,23] makat prezantasyonu olan gebeliklerin başvuru oranları, önerilen %3–4 oranlarından düşük çıkmıştır. Benzer düşük oran transvers ve oblik geliş gösteren Grup 9’da görülmüştür. Cochrane değerlendirmeleri makat gelişi gebeliklerin sezaryen doğum ile daha düşük perinatal/neonatal mortalite ve morbidite ile karşılaştıklarını bildirmektedir.[28] Bu belki de bu gruptaki hastaların hastaneye daha az oranda başvurusunu açıklayabilir; makat prezente gebeler, planlı doğum kararı ile eyleme girmeden doğurtulmaktadır.[25] Ancak pek çok ülkede dernekler makat prezente gebeliklerin eksternal sefalik versiyon denemesi sonrası vajinal doğum veya sezaryene alınmasını önermektedir.[29] Bu uygulama eksikliğinin dernekler üzerinden eğitimlerle giderilmesi olası bir önlem olabilir.
Grup 8’i oluşturan çoğul gebelikler ve gebelik komplikasyonlarına bağlı preterm doğumların gerçekleştiği Grup 10 hastaları için referans merkezi olan hastanede bu nedenle çoğul gebelikler için hastane ortalama verisi %2.7 ve perinatoloji ünitesinde %6.1, preterm doğumlar için de ortalama hastane verisi %13.5 ve perinatoloji ünitesi hasta oranı da %25.1 ile önerilen DSÖ verilerinin üstündedir. Her iki gruptaki benzer yüksek oranlar tersiyer merkezlerin değerlendirildiği diğer çalışmalarda da görülmüştür.[15,19,21] Ancak Grup 8 ve Grup 10’daki yüksek oranları, eski sezaryen olgularını kapsayan ve zaten yüksek olan primer sezaryen oranlarına bağladık.
Çalışmanın kısıtlayıcı yanlarından biri hastanemizdeki nöbet düzenlerinden kaynaklanmaktadır. Doğumhane hizmeti ortak bir hizmet olarak verilmekte olup, Gebe ve Perinatoloji gruplarının ayrı ayrı doğumhaneleri bulunmamaktadır. Gebe grubundaki yüksek oranların bir nedeninin de, nöbet şartlarında doğumhanede hizmet veren perinatoloji ekibi ve uzmanlarının, perinatoloji kaydı olmaksızın hastaneye ilk kez başvuruda bulunan ve acil şartlarda doğumu gerçekleştirilen acil yüksek riskli gebelere direkt hizmet vermelerinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Bununla birlikte doğum hizmetini sağlarken, sezaryen oranları doğrultusunda performans kriterlerinin oluşturulmaması da önemlidir.[30] Veriler ve literatür doğrultusunda yüksek riskli gebelik grubunda değerlendirilen gebelere daha yüksek oranlarda sezaryen uygulanması beklenen bir durum olacaktır.
Sonuç
Hastanenin verdiği hizmetleri farklı açılardan değerlendirmek ve verileri bu açıdan değerlendirmek önemlidir. Bu nedenle genel obstetrik veriler dışında, tersiyer merkez hizmeti açısından da başvuran hastaları ve sonuçları ayırt edilmeli, genel gebe verilerinin dışında perinatoloji sonuçları da sunulmalıdır. Tüm grupları kapsayan Perinatoloji grubu sezaryen ortalaması %61.8 ve Gebe grubu sezaryen ortalaması %35.4 şeklinde çıkmıştır.
Hastane sezaryen oranlarını düşürmeye yönelik çalışmalarda Grup 1 (nullipar, tekil, baş gelişi hastalar), Grup 2 (nullipar tekil baş gelişi, miad, eylem öncesi hastalar) ve Grup 5’in (multipar, en az bir uterin skarı olan, baş gelişi, ≥37 haftalık gebelik) etkisini azaltmak için farklı hazırlıkların yapılması da önemlidir. Bunlar primer sezaryen oranlarını artırmamak açısından; hemen sezaryen kararı almadan önce doğum indüksiyonu için ısrarlı olmak, tüp ligasyon uygulamasını sezaryen endikasyonu için bir kolaylaştırıcı endikasyon olarak görmemek ve makat gelişi olan uygun hastalarda eksternal sefalik versiyon uygulaması gibi uygulamalardır. Bunun dışında mevcut sezaryen oranını azaltmak için sezaryen sonrası vajinal doğum için uygun şartların sağlanması, diğer bir olası uygulamadır. Ne var ki doğumu sadece tıbbi bir eylem ve işlem olarak ele almak doğru ve yeterli olmayacaktır; sosyal, hukuki ve sistem çerçevesi içinde incelemek, gerçek anlamda yaklaşım ve sezaryen oranlarını optimal sınırlara getirmek için doğru yol olacaktır.[31]